3 Temmuz 2016 Pazar

Mutluluk, küçük bir çocuğun tebessümünden içre akar. Kayra mutluysa ben de mutluyum, değilse içimde deveran eder durur acı, hüzün ve gözyaşı...

Dünya çocuklar adına ayakta durmakta, zira günahsız bir varlığın bereketini yaşayamaz yetişkinler asla...

26 Haziran 2016 Pazar

Yüzler vardır, görür görmez size çok şey anlatır.
Yüzler vardır hiç eskimez.
Yüzler vardır simsiyahtır, beyazın yanında durmaya utanır.
Yüzler vardır, yarım ay gibidir, bir iyiye bir kötüye devrilir.
Yüzler vardır, çizgiler dans eder her durakta; dudakta, alında ve yanakta.
Yüzler vardır, sadece gözlerden ibaret.
Yüzler vardır, hayatı bir resim gibi taşır.
Yüzler vardır, parçalanmış coğrafyaların acısını resmeder.
Yüzler vardır, öylesine gibi durur, hiçbir şey anlayamazsın çizgilerinden.
Yüzler vardır, porselendir, tek bir nehir göremezsin üzerinde.
Ve esmez kimsenin rüzgarı oralarda.
Yüzler vardır, sözü bilir, iyi saklar kıyılarında.
Yüzler vardır, pişmanlıklar sıra sıra dizilidir.
Yüzler vardır, hayatı hendek misali kazımış içinde
Yüzler vardır, çocukçadır, güleçtir, sevecendir.


Hep yüzlerdir, hep yüzeylerdir görüp bildiğimiz…

25 Haziran 2016 Cumartesi

2008 yılında arşivimden bir yazı... Bugün geçmişe dönüp baktığım zaman, hiç bir şey için geç olmadığını her defasında hayretler içerisinde görüyorum. Her dem hayatın bize anlatacakları var, kulak vermek lazım.

O gün bu yazıyı yazarken yalnızdım, bugün elde var KAYRA...

BEN HANGİ YÜZLE VAZGEÇTİM DİYEYİM?

Ben vazgeçtiğimi söylemiştim ama içten içe, nereye vazgeçiyorsun, ip bir kere koptu mu kim/ne seni bağlayacak göğün tellerine, diye söyleniyor içimdeki ses. Yine hastanenin koridorunda sıra sıra bekleşirken, tanıdık simalar Hıdırellezden konuşmaya başladılar. Gül ağacından, güneşin doğuşundan, dileklerden, duadan uzun uzun konuştular. İlk kez, Tanrım ben de inanmak istiyorum, diye bir dua geçirdim içimden. Kim bilir belki de yorgun düşen zihnim bir parça canlanıverir, umut tohumları gül ağacının toprağında filizlenir diye.

Berbat, iç karartıcı, bütün kapıları kapayan, doktorları bile ikilemde bırakan raporum elimde doktorcumun odasına yöneliyorum. Bir doktor, eyvah ne yapsam, diye düşündüğü anda bende ne gül ağacına fısıldanan dilekler kalır ne de doğacak günlerin yüzüme bırakacağı ışıltı. Yine mi diyorum, hep yeni baştan başlıyor her şey, kötü olan hep aynı noktadan filizleniyor sanki iyi olanı da kurutuyor üstelik. Ben şimdi hangi göğün altına gizlensem, hangi ırmakta ıslansam hangi dağa çıksam içimin çürük yanlarını diriltmek için. Şükür ki sığınacak bir limanım var, umudun yeşerdiği tek adres.…

Elimde berbat raporumla öylece kalakalıyorum hastanenin bahçesinde. Bu bahçe beton yığınlara hayat veriyor sanki. Çabucak iyileşmek isteyen pencereye yaslıyor başını ve kargaların çığlığa boğduğu çam ağaçlarına bakıyor uzun uzun. Karga, çam ağaçları ve kediler…… Bu üçlü bir araya geldi mi, bilin ki türlü oyunlar ve düzenbazlıklar da peşi sıra gelecek. Her seferinde ‘perde’ diyor bana bu üçlü, vazgeçemem…

Bahçenin en ırak köşesine doğru yöneldim ve duvara oturdum. Aradan saatler geçmesine rağmen kıpırdamak dahi istemiyordum. Bir yanım ne yapacağımı sorgularken diğer yanım gül ağacında asılı duruyordu öylece. Karga hışımla bir dalın yüzüne dokunuyor çığlığını da eksik etmiyor üstelik. Ardından başka bir karga yalayıp geçiyor diğer karganın sırtını ve oyun başlıyor. Ağaçlar kime ne desin rüzgarla boğuşurken, gölgesinde berbat bir sayfayla öylece dururken ben…

Yetmiş yaşlarında, orta boylu bir teyze yanıma yaklaştı, ben farkında bile değilim. Eğildi ve yüzüme baktı uzun uzun: “Kara kara ne düşünüyorsun böyle, çocuğun mu var” dedi. Yüzüme o kadar yakındı ki yüzü, yeşilin iç içe geçen tonlarını gördüm gözlerinde. Tertemiz bir yüz ve inci gibi dişler… Berrak bir deniz gibi…

“Sorunlar hiç biter mi teyzem,” dedim. İlk soruyla birlikte bir nefeste sorulan ikinci soruya bir anlam veremeden daha doğrusu hayretler içinde, “çocuğum yok,” diyebildim. “tatlı bela” dedi, “onunla da olmuyor onsuz da”, “Sen daha çocuksun,” dedi büktüğü belini doğrultmadan. “Yok teyzem otuza merdiven dayadık”, dedim. “Sen güzel bir çocuksun,” diye diretti. Sonra yine “tatlı bela” dedi gözlerini ayırmadan.

“Sen niye buradasın teyze” diye sordum merakla, cevap vermedi, doğruldu ve arkasına bakmadan geldiği gibi gitti. “Bana dua et” diye seslendim arkasından, “tatlı bela” dedi, “onunla da olmuyor onsuz da”…
Bir süre öylece kalakaldım. Rüzgar daha bir serin esmeye başladı ve ben de kalktım yürümeye başladım, teyze ortalarda yoktu…

Neye yorsam bilemedim…

Hıdırellez…...

Ben şimdi hangi yüzle “vazgeçtim” diyeyim…?


TANRI’NIN SICAK ELİ İÇİN

Hiç kimse harikalar diyarında yaşamıyor. Bir acı var durmadan sızan ve besleyen insanı. Bir çırpıda yok olmasını beklediğim anların toplamından kaleler inşa ediyorum farkında olmadan. Sonra bir yerlerim acıyor, içimin en aydınlık noktasına karanlığı biriktiriyorum. Bir gün biri çıkagelse ‘bırak bu çorak insanları’ dese mesela. Tutardım belki nasır tutmuş ellerini, kucaklardım kelimelerini...

Her gün kuşların bir avuç suda yıkanışlarını seyrederdim ve kedilerin sudan kaçışını. İç içe geçen doğruların sonradan oluşan eğriliklerine verdiğim zaman kadar ‘olan’a odaklansaydım, kim bana ne diyecekti. Ya da birilerinin benim için tasarladığı yaşantıyı yüreğimin tersiyle ittirseydim ne olurdu. O zaman bir türlü inşa edilemeyen kentlerimin ıssız sokaklarına hayallerimi damıtırdım.

Ne kuşlar kadar cesur ne de kediler kadar korkak olurdu düşüncelerim. İkisinin ortasında, tam da burada dururken ne önemi var yılların götürdüklerinin. Ve ne önemi var yine de yılların getirdiklerinin.

Kediler ve kuşlar demişken… Bir kedi ansızın evinize girdi mi hiç, yani hayallerinize dokundu mu karlı bir günde? Geldi ve gitti, süründü ama iz bırakmadı hiçbir yerde. Üzerinde sokaktan bir elbise…
Bazen ansızın birileri girer hayatınıza, insanlar, kuşlar ve kediler gibi… En ürkek olanı kuşlardır, en sessiz ve hızlısı kediler ve en çok gürültü koparanlardır insanlar. Geldikleri gibi gitmeyi bilmezler mesela. Önce çok sevecen bakarlar içinize sonra savaşların en çetin olanına çekerler sizi. İşte o an ne olmak istediğinize karar vermek zorunda bırakılırsınız. Bazen kendinizin çok dışında bir yerlerde balık tutarken buluverirsiniz kendinizi. Şaşırmak için çok geçtir artık.

İşte birileri bu kadar değersizken var ederler kendilerini sizin değerlerinizle. Size kendi silahlarınızla saldırırlar ama kendi taktiklerini uygularlar. Kafanız karışır, mideniz bulanır. Varoluşun en çirkin hallerine tanıklık edersiniz. Kendinize sığınacak hiçbir yer bırakmamışsınızdır. Ve ‘o’ saldırır yorulmadan, yenilgiyi kabul etmeniz yetmez onun zaferini de taçlandırmanız beklenir sizden. Siz ki artık ondan başkası değilsinizdir…

Keşkelerinizin artışına üzülmeyin ve kabullenin içinizde büyüyen acıyı, kucaklayın… Belki Tanrı’nın sıcak elini kavrarsınız.

24 Haziran 2016 Cuma

SON

Elinden tutan bir bastonu, sırtını yaslayacağı bir ağacı olacaktı... aslında o kadar da emin değildi, çünkü hayat herkesin yüzüne bir gülümseme bırakacak kadar cömert değildi. yoksa o cömertti de göremeyen biz miydik?


sebep her ne ise ben sonucun kıvrandığı yerdeyim. kim bilir hangi açmaz, kendinden içre bir kapı açacak?

23 Haziran 2016 Perşembe

DÜNYANIN İLK HALİ GİBİ

Duraklar kapalı, otobüsler uğramaz bu semte. insanlar çılgınlar gibi koşturdukça zaman daha da yavaş akmada. saçlar dağılmış dört bir yana ve gözlerin en koyusu bulaşmış toprağa... kim cenneti olur bir diğerinin? ne önemi var, giden gitmiştir, sazlar sözler tükenmiş... elde kalan koca bir sessizlik...


Dünyanın ilk hali gibi...

15 Ocak 2016 Cuma

YAĞMUR

Bugün yorgunum biraz. Hava kapalı, insanların yüzüne düşüyor yağmur damlaları. Ben yorgunum ya herkes yorgun sanki. Kolumu kaldırsam bir ötekine değecek ve öteki yıkılacak berikinin üstüne.

Bulutlar benim yorgunluğumdan habersiz hiç durmadan akıtıyorlar günlerdir içlerinde biriktirdikleri ne varsa. Oysa ben sadece yağmurun ıslaklığını hissetmek istiyorum yüzümde. Damlaların içinde barındırdığı her ne varsa zihnimin ötesine atmak istiyorum. İnsanların yüzüne bakıyorum sadece, gözlerini yağmurdan kaçıranlar en çok çekiyor dikkatimi.

Neden bir insan kaçırsındı gözlerini gökten dökülenden? Bu bir varoluş sürecinin insana aksi miydi? İnsanın aynasıdır bugün yağmur, dökülür dökülür dökülür bir anda siyah zemin üstüne bırakır, parlatarak içindekilerini. İnsan bakar bakar bakar, yağmur olur göğün yüzünde.

Ben yorgunum ya, nedenleriyle ilgilenmiyorum hiçbir şeyin. Ya çok derine saplanıyor ruhum ya da en kıyılarda seyrediyor kendini. Hangisi yağmur hangisi ben gibi düşüyor insanların yüzüne ve kim kaçırıyor en çok gözlerini yağmur kadar benden?